Neyin araştırılacağına kim karar veriyor?

Bu durumun tatmin edici olmadığı açıkken nasıl bu olabiliyor?

Bunun bir nedeni, araştırmacıların çalışmalarının dış faktörler tarafından etkilenmesidir. [22] Örneğin, farmasötik piyasası kendi birincil nedeniyle araştırma yapmaktadır yani, kazanç sağlamak için paydaşlara yönelik sorumlulukları yerine getirmek. Hastalara ve klinisyenlere yönelik sorumluluğu ikinci sıradadır.

İş dünyası büyük pazarlar tarafından yönetilmektedir; örneğin, hormon replasman terapisi kullanıp kullanmamayı merak eden kadınlar, depresif, endişeli, mutsuz ya da ağrı çeken insanlar gibi. Ancak, geçtiğimiz birkaç yılda, bu ticari yaklaşım “kitle piyasası” bozuklukları için bile yeni önemli tedavilere yol açmıştır.

Daha ziyade, ilaç gruplarında, piyasa genellikle “ben de aynısıyım (me too)!” ilaçları denebilecek oldukça benzer içerikler üretmiştir. Bu durum, süpermarketlerde bulunan tek ekmeğin, beyaz somun ekmeğinin sonsuz varyasyonu şeklinde olduğu eski günleri anımsatmaktadır. Şaşırtıcı olmayan nokta ise, farmasötik piyasasının pazarlamaya, araştırmaya harcadığından daha fazla para harcamasıdır. Ancak piyasa, reçete verenleri mevcut, daha ucuz alternatifleri kullanmak yerine bu yeni ürünleri kullanmaya nasıl ikna ediyor?

Yaygın bir strateji, yeni ilaçların hiçbir ilaç vermemekten daha iyi olduğunu gösteren pek çok küçük araştırma projesini görevlendirmek ve bu arada yeni ilaçların mevcutlarından daha iyi olduğunu bulmaya yönelik hiçbir araştırma yapmamaktır.  Ne yazık ki piyasa, hastalarını bu karsız işletmeye dahil etmeye gönüllü doktorlar bulmada biraz zorluk yaşamaktadır. Aynı doktorlar genellikle, aynı şekilde çalışılan ürünleri reçeteye yazmaktadır.  [23] Ayrıca, ilaç lisanslama yetkilileri genellikle, yeni ilaçların mevcut etkili tedaviler yerine plasebolarla karşılaştırılması gerektiği konusunda ısrar ederek sorunu daha da kötü bir hale getirmektedir.

Bir diğer strateji ise hayalet yazarlıktır. Bu durum, resmi olarak başkasına ait olduğu bildirilen metnin profesyonel başka bir yazar tarafından yazılmasıdır. Çoğu insan açıkça “hayalet” yazarlık yöntemiyle yazılmış “ünlü otobiyografileri” ile karşılaşmıştır. Ancak, hayalet yazarlıklıkla yazılmış materyaller akademik yayınlarda da görülebilir ve potansiyel olarak endişe verici sonuçlara neden olur.

Bazen, farmasötik piyasası, beklendiği gibi piyasanın ürününü istenen şekilde ortaya çıkarmak için makaleler hazırlamak üzere iletişim şirketleri ile anlaşır.  Makale hazır olduğunda, bir akademisyen “honanaryum” veya “yazarlık” için devreye girer. Yorumlar, özellikle bu amaçlara yönelik olarak popülerdir.

Piyasa ayrıca dergi eklerini de hedeflemektedir. Ana derginin adını taşıyan bağlı yayınların sponsorluğu genellikle piyasa tarafından üstlenilir ve bu yayınlar ana dergi kadar sıkı bir hakem denetiminden geçmez. [24] Bu şekilde üretilen ve tanıtılan pazarlama mesajları ürünlerin faydalarının abartılmasına ve zararların küçümsenmesine yol açmıştır.

İlaç şirketleri ayrıca, ürünlerinin reklamını yapmak için tıbbi dergilere de reklam verir. Tipik olarak bu reklamlar yapılan iddialara yönelik kaynak referanslarını içerir. Bunlar, ilk bakışta ikna edici olabilir ancak söz konusu k bağımsız biçimde incelendiğinde bambaşka bir tablo ortaya çıkmaktadır.

Bu bulgu randomize deneylerden elde edilse de (bu reklamları okuyanlar güvenilir bir değerlendirmeyle karşı karşıya olduklarını düşünseler de), her şey göründüğü gibi olmuyor. Araştırmacılar, randomize deney bulgularının yığılıp yığılmadığını görmek için önde gelen tıbbi dergilerdeki reklamları analiz ettiklerinde, referans gösterilen deneylerden yalnızca %17’sinin kaliteli olduğunu, söz konusu ilaçla ilgili iddiaları desteklediğini ve ilaç şirketi tarafından sponsorluk sağlanmadığını buldu. Ayrıca, bu şekilde sponsorluk sağlanan araştırmaların, şirketin ürününe yönelik olumlu sonuç bulma olasılığı daha yüksektir. [25, 26]

The Lancet [27]  gibi prestijli tıbbi dergilerdeki yorumlar, klinik araştırmalara dahil olanların bazılarını yönlendiren yakışıksız teşvikler ve üniversiteler ile piyasa arasındaki artan şaibeli ilişkilere dikkat çekmiştir. New England Journal of Medicine dergisinin önceki editörü açıkça şu soruyu sormuştur: “Akademik tıp satılık mı?” [28]

Tıbbi öncelikler yalnızca, hastaların ilgilerini göz ardı eden biyolojik araştırma desenleri üzerindeki yakışıksız etkiler değildir. Üniversite ve araştırma fon sağlayıcı örgütlerde bulunan insanlar sağlıktaki gelişmelerin çoğunlukla hastalığın basit mekanizmasını sökmeye yönelik çabalardan kaynaklandığına inanmaktadır. Dolayısıyla, bu insanlar araştırmalarını laboratuarlarda ve hayvanlar üzerinde yapar.

Bu basit araştırmalara şüphesiz ihtiyaç duyulmasına rağmen, hastaları kapsayan araştırmadan daha fazla payın, fonlamaya ayrılmış olmasını destekleyecek az sayıda değerli bulgu vardır.  [29, 30]

Ancak, sonuç hastalarla ne kadar ilişkili olduğu düzgün biçimde değerlendirilmeyen laboratuar araştırmalarının büyük ölçüde dışa vurumu şeklinde olmuştur.

Bu bozulmanın nedenlerinden biri de, özellikle genetik gibi temel bilim dallarındaki araştırmaların sunabileceği umut edilen klinik gelişmelerle ilgili abartılı reklamlardır.

Ancak Sir David Weatherall gibi, bilinen bir klinisyen ve genetik araştırmacının 2011 yılında gözlemlediği gibi; “Majör ölümcüllerimizin çoğu, fiziksel ve sosyal çevreden kaynaklanan majör bir girdi ile birleşen küçük etkili çok sayıda genin faaliyetini yansıtmaktadır.  Bu iş, bazı hastalık süreçleriyle ilgili değerli bilgiler üretmektedir ancak aynı zamanda hastalığın altında yatan mekanizmalarının bireyselliği ile geçerliliğini de vurgular.  Açıkça, genetik telafimize dayanan kişiselleştirilmiş tıp çağının gelecekte kat edecek uzun bir yolu vardır.” [31]

Şimdi, DNA yapısının keşfedilmesinden elli yıl sonra, “genetik devrimin” erken bakım faydalarına ilişkin ahenksiz iddialar azalmaya başlamıştır. Gerçek görülmeye başlamıştır.

Genetiğin, yeni ilaçların gelişimindeki sonuçlara potansiyel etkisi hakkında konuşan bir bilim insanı şu yorumda bulunmuştur: “Yeni bir gerçeklik çağına girdik… genetik açılar, çevre ve ilaçların klinik kullanımı gibi diğer faktörler de göz önünde bulunarak incelenmelidir. Bir ilacın bir hastada işe yaramaması, bunun nedeninin tedavideki genetik varyasyon olduğunu göstermez.” [32]

Nature dergisinin insan genomu diziminin onuncu yıl dönümünü kutlayan bir sayıdaki baş yazıda şunlar yazılmıştır: “bazı kanser türlerinde ve bazı nadir görülen kalıtsal bozukluklardaki özel genetik bozuklukları hedefleyen ilaç formlarında bazı gelişmeler olmuştur. Ancak, post-genom biyolojisinin karmaşıklığı, bu küçük terapi damlalarının bir sele dönüşmesine yönelik ilk umutlara darbe vurmuştur.” [33]

Basit araştırmalardan elde edilen terapik teorileri test etmek için hastalar üzerinde iyi tasarlanmış araştırma ihtiyacını sorumlu olarak atlatmanın basit bir yolu yoktur. Çok sık olarak, bu teoriler hastalarla ilgilerini görme amacıyla asla devam ettirilmez.

İki yıldan uzun zamandır, araştırmacılar sistik fibröze neden olan genetik bir bozukluk tespit etmiştir ve bu duruma sahip insanlar halen basit bir soru sormaktadır: Bu keşiften kaynaklanan, sağlıklarına olan etkilerini ne zaman görecekler?

Araştırmalar, hastaları ilgilendiriyor gibi göründüğünde bile, araştırmacılar genellikle çalışmalarını tasarlarken, hastaların endişelerini göz ardı etmektedir. Bir çizimde, akciğer kanseri doktorlarından kendilerini hastanın yerine konması istenmiş ve hasta olarak seçebilecekleri, altı adet akciğer kanseri deneyinin her birine girmeye razı olup olmadıklarına bakılmıştır. Doktorların %36sı ile %89’u arasındakiler katılmayacaklarını belirtmiştir. [34]

Benzer şekilde, dünya çağında yaklaşık 125 milyon insanı ilgilendiren kronik ve engelleyici bir cilt hastalığı olan sedef hastalığı ile ilgili klinik deneylerde de, hastaların çıkarları zayıf biçimde gösterilmiştir. [35, 36] Örneğin, İngiltere’deki Sedef Hastalığı Derneği, araştırmacıların çeşitli tedavilerin etkisini değerlendirmek amacıyla pek çok çalışmasında büyük ölçüde kabul görmeyen bir puanlama sistemi kullanmakta ısrarcı olduklarını tespit etmiştir. Eksikliklerinin içinden, bu puanlama sistemi etkilenen cildin toplam alanı, lezyonların kalınlığı gibi ölçümlere odaklanır; oysa hastalar yüz, avuç içi, ayak tabanı ve genital bölgelerindeki lezyonlardan daha fazla acı çeker. [37]

Print Friendly
  • Ichalmers

    Italicize The Lancet, the New England Journal of Medicine, and Nature.

    This is one of the longest chunks of text in the book, but I can’t see any way round that.

    • Anonymous

      Done